Hayatta kalmak için barınmak, yemek yemek ,nefes almak gerekir diye öğrendik hep. Bunlar olmazsa yaşayamayız, var olamayız sandık. Zaman ilerledi, yaş aldık ve hayatla gerçekten tanışmaya başladık. Çevremizdeki mekanlar ve insanlar arttıkça hayat gerçek anlamda başladı. Hayat bize bazı durumları öğretti. Arkadaş edindikçe sevmeyi, terkedildikçe üzülmeyi, kaybedince hayal kırıklığını , kavgada öfkeyi öğretti. Hayatta kalmak için sadece yemek yemek, nefes almak , barınmak yetmezmiş bunu öğrendik. Duygular, hayatta kalmak için en az oksijen kadar en az su kadar ihtiyaçmış bize bunu öğrendik.
Duygu, sözlükte bir olay, kimse ya da nesnenin insanın iç dünyasında oluşturduğu, uyandırdığı yankı, etki, tepki olarak geçse de tam bir anlamını söylemek ; tam anlamını bulmak mümkün değildir. Parmak izimiz kadar özeldir bizim için. Her insana göre , her olaya göre şekillenir. Biz düştükçe , biz kalktıkça , biz ; biz olmaya çalıştıkça değişir. Bu döngüde duygularımızı tanımak , duygularımızla olmak , duygularımızı yaşayabilmek en önemli dönüm noktamız.
Hayat çok uzun bir yol, herkes de kendi hayatının yolcusu. Bu yolda yolcunun karşısına bazen dikenler bazen çiçekler çıkacak. Dikenlere üzüldük diye çiçeklere sevinmeyecek miyiz? Çiçekleri koklarken mutlu olduk diye dikenle karşılaşmaktan korkmayacak mıyız? Her dönüm noktasında bizi bekleyen duygularımızı kucaklamayı öğrenmeli ama bu duyguları nasıl göstereceğimizi ve nasıl yöneteceğimizi de bilmeliyiz. Öfkenin çok kötü olmadığını, mutluluğun bitebileceğini, üzüntünün yine gelebileceğini , heyecanın da faydalı olacağını öğrenmeliyiz.
Duygularımıza dokunup bu duyguları ifade edersek içimizdeki birikimi akıtabileceğimiz için daha enerjik , daha rahat hissederken ; duygularımızı yaşamayıp göstermediğimizde ise daha baskı altında hisseder ve depresif düşüncelerimizde yoğunlaşabiliriz. Olumlu ya da olumsuz bize ait olan, içimizde var olan her duygumuzu bazen gözyaşı bazen kahkaha ile akıtmalı hem kendimizi hem çevremizi aydınlatmalıyız. Duygularımızı yaşarken verdiğimiz tepkiler kimliğimizin bir parçası olacağı için bu duyguları yansıtırken fiziksel tepkilerden ve uçarı davranışlardan kaçınabilmeli daha çok sözel ifadelere ve gerektiğinde içimizi dökebilmek adına yazılı anlatımlara başvurabileceğimizi bilmeliyiz.
Carl Jung’un dediği gibi “ Duygu olmaksızın karanlık ışığa, kayıtsızlık harekete geçirilemez.” İçsel potansiyelimizi keşfetmek, kendimizi bulabilmek ve sosyal bir varlık olan insanı insanla kaynaştırabilmek için duygularımızı tanıyalım, yaşatalım ve sevelim.
DENİZHAN KAZANCIK